Habâset Ne Demek? İnsan Ruhunun Karanlık Kıvrımlarına Psikolojik Bir Yolculuk
Bir Psikoloğun Merakı: İnsan Neden Kötülüğü Seçer?
Bir psikolog olarak en çok merak ettiğim sorulardan biri şudur: İnsan neden bazen iyiliği değil de kötülüğü seçer? Neden kimi zaman başkasının acısından, kendi gücünü hissetmekten haz alır? Bu soruların merkezinde, derin ve rahatsız edici bir kavram vardır: Habâset.
“Habâset”, köken olarak Arapça habes kökünden gelir ve “kötülük, alçaklık, bayağılık” anlamlarına sahiptir. Ancak psikolojik olarak bakıldığında bu kavram, sadece bir davranış biçimi değil, insan zihninin karanlık tarafının tezahürüdür. Habâset; bastırılmış öfkenin, kıskançlığın, korkunun ve güvensizliğin iç içe geçtiği karmaşık bir duygusal örgüdür.
Peki, bir insan neden habis duygular taşır? Ve daha önemlisi, bu duyguların farkına vardığında ne yapar?
Bilişsel Psikoloji Perspektifi: Habâsetin Zihinsel Kökleri
Bilişsel psikolojiye göre, habâset bir düşünce hatasının sonucudur. İnsan, dünyayı algılarken belirli bilişsel çarpıtmalarla hareket eder. Habâset bu çarpıtmaların en karanlık biçiminde ortaya çıkar — kişi kendi eylemini haklı gösterirken başkasının acısını küçümser.
Örneğin “hak etti” düşüncesi, bilişsel bir savunma mekanizmasıdır. Kişi kendi vicdanını rahatlatmak için mağdurun durumunu değersizleştirir. Bu durum, Albert Bandura’nın ahlaki kopma teorisi ile açıklanabilir. Birey, kötü bir davranışı meşrulaştırarak kendi benlik imajını korur.
Aslında habâset, bir savunmadır — insanın kendi güçsüzlüğünü gizlemek için geliştirdiği bir zihinsel zırh. Ama bu zırh, zamanla duygusal körlüğe yol açar.
Duygusal Psikoloji Perspektifi: Habâsetin Kalpteki Yankısı
Duygusal psikoloji açısından bakıldığında, habâset bir tür duygusal bozulmadır. Kötülük, çoğu zaman doğrudan bir nefret eylemi değil, bir duygusal savrulmadır. İnsan, kendi değersizlik hissiyle baş edemediğinde başkasını değersizleştirmeye yönelir.
Empatinin eksikliği burada kritik bir rol oynar. Empati yoksunluğu, habâsetin en temel bileşenidir. Çünkü empati, ahlakın duygusal çekirdeğidir. Bir başkasının duygusunu hissedemeyen kişi, kötülüğe kapı aralar.
Psikodinamik açıdan Freud’un id kavramı da habâsetin derinlerinde yatar. Bastırılmış dürtüler, toplumsal normlarla çatıştığında, “karanlık benlik” yüzeye çıkar. Kişi bu dürtüleri kontrol edemezse, saldırganlık ve küçümseme davranışlarıyla kendini gösterir.
Ama şu da unutulmamalıdır: Her insanın içinde az ya da çok bir “habâset tohumu” vardır. Önemli olan, bu tohumu fark edip dönüştürebilmektir.
Sosyal Psikoloji Perspektifi: Toplumun Gölgesinde Habâset
Habâset yalnızca bireysel bir eğilim değil, sosyal bir olgudur. Toplum, bireye kötülüğü meşrulaştıracak çerçeveler sunabilir. Sosyal psikoloji bu durumu “grup etkisi” ve “itaat” kavramlarıyla açıklar.
Stanley Milgram’ın ünlü itaat deneyinde, katılımcılar otorite figürünün emriyle başka birine zarar vermeye razı olmuşlardı. Bu, habâsetin sadece kişisel bir arıza değil, sosyal bir mekanizma olduğunu gösterir. İnsan, bir grubun parçası olduğunda vicdanının sesini bastırabilir.
Habâset, böylece bireysel bir karanlıktan çıkıp toplumsal bir gölgeye dönüşür. Bir toplum, adaletsizliği normalleştirdiğinde, bireyler de bu karanlığa uyum sağlar.
Habâsetin Dönüşümü: Karanlıkla Yüzleşmek
Habâseti anlamak, onu yenmenin ilk adımıdır. İnsan, kendi karanlık tarafını inkâr ettikçe onu güçlendirir. Jung’un gölge arketipinde olduğu gibi, karanlıkla yüzleşmek aslında bütünlüğe ulaşmanın yoludur.
Kendimize şu soruyu sormalıyız:
“Ben ne zaman bir başkasını küçümsedim, yargıladım ya da bilerek sustum?”
Bu sorular rahatsız edicidir, ama büyümenin de anahtarıdır. Çünkü habâseti fark etmek, onun üzerindeki bilinç perdesini kaldırmaktır.
Psikolojik olgunluk, kötülüğü bastırmak değil, onu anlamlandırabilmektir. Habâsetin içinden geçen insan, sonunda daha empatik, daha farkında bir benliğe ulaşabilir.
Son Soru: İyilik Doğuştan mı, Öğrenilen mi?
Belki de asıl mesele habâsetin ne olduğundan çok, neden var olduğudur. İnsan gerçekten iyi doğar da zamanla mı kirlenir, yoksa iyilik çaba gerektiren bir seçim midir?
Cevap belki de ikisinde de saklıdır. Çünkü her insan, içinde hem ışığı hem gölgeyi taşır.
Ve her gün, hangisini besleyeceğimize yeniden karar veririz.
İşte habâset, tam da bu karar anlarında gizlenir — insanın kendi vicdanıyla baş başa kaldığı o sessiz anda.